ÜYE GİRİŞİ ÜYE OLMAK İÇİN ALTTAKİ LİNK İ TIKLA
-
-
ERSAĞ RESMİ WEP SİTESİ DEĞİLDİR
-
-
RESMİ ERSAG WEP SİTESİ DEĞİLDİR
-
ÜNYE
Samsun ve civarının Osmanlılar tarafından kolayca ele geçirilmesi üzerine, Bütün Canik bölgesi emirleri Osmanlı Devleti'ne tâbî olmayı kabul ettiler. Böylece, Çarşamba, Terme, Niksar civarına hakim olan Tacüddinoğlu Mahmud Bey ve Alparsl an Bey, Bafra civarına hakim olan Taşanoğulları ile, Ünye'den Tirebolu'ya kadar olan kesime hakim olan Hacıemiroğlu Süleyman Bey'in Osmanlılara bağlanmasıyla, Osmanlı Devleti Harşit Irmağına kadar ulaşmış ve Trabzon Rum İmparatorluğu ile sınırdaş ol muştu. Büyük bir devlet adamı olup, aynı zamanda bilgin ve şâir olan, Osmanlı Devleti'nin bile kendisinden çekindiği, Şehzade Ertuğrul Bey'in kumanda ettiği Osmanlı ordusunu
Osmanlı Devleti bütün Karadeniz'e hakim olduktan sonra, Ünye ve civarı uzun bir huzur ve sükûn dönemine girdi. Sahip olduğu uygun coğrafi konum sebebiyle Ünye bu dönemde önemli bir liman ve ticaret merkezi haline geldi. Bu dönemde siyasi tarih açısın dan çok önemli olaylar olmadıkça Ünye'nin adının tarihlerde geçmediği görülüyor. 16. asır ortalarında, Kanuni Sultan Süleyman'ın kanunnamelerine göre Ünye'nin dahil olduğu Canik livası Sivas eyaletine bağlanmıştı. Bu dönemde Ünye kalesinde 32, şehirde 152 asker nüfus vardı. Kalede bulunanların biri dizdar, biri kethüda, biri mehter 29'u muhafızdı. Belli görevlerden muaf tutulma kaydıyla 8 nefer kalenin tamiratı işini üstlenmişlerdi. Aynı haklarla Ünye derbendinde 8 nefer beklemekteydi. Bu dönemde Ünye'nin 70.000 akçeden fazla yıllık geliri vardı. 16. yüzyılın ikinci yarısında başlayan, medrese öğrencisi olan veya kendisine bu süsü veren kişilerin yaptığı, uzun yıllar devam eden eşkıyalık faaliyetlerine topluca "Suhte Hareketi" denmektedir. Bu kelime günümüzde bozulmuş haliyle " Softa" şeklinde kullanılmaktadır. Suhte hareketinin en yoğun olduğu bölgeler Kastamonu, Bolu ve Canik yöresi idi. Zaman zaman devlet idarecilerinin halka adaletsiz şekilde davranması sonucu, halkın da suhte hareketine sempati duyması söz konusu olabiliyordu. 1576 yılında Amasya sancak beyi Şehsuvar Bey Canik havalisindeki suhtelere karşı görevlendirildi. Yaptığı baskınlar ve çatışmalarla suhteleri büyük oranda sindirdi. Gene de suhte hareketi 17. Yüzyılın ortalarına kadar zaman zaman devlet in başını ağrıtmaya devam etti. 16. yüzyılın sonlarında III. Mehmed Avusturya seferine çıktığında, askerde sayıca eksiklik olduğu tesbit edilmiş ve yapılan sayımda 30 bin kadar tımarlı sipahinin orduya katılmadığı anlaşılmıştı. Bunların kanunen cezalandırılması gerekiyordu. Kaçak s ipahilerin önemli bir kısmı cezalandırılacaklarını duyunca isyan edip etraflarına da çok sayıda insan topladılar. Tarihe "Celâlî İsyanları" diye geçen ve uzun yıllar devam eden bu hareketler hem devletin güç kaybetmesine, hem de Anadolu ahalisinin fakirleşmesine sebep olmuştur. Celali hareketinden Ünye ve Canik sancağı da etkilenmiştir. Celâlî reislerinden Karayazıcı 1601 yılında devlet kuvvetleriyle yapılan bir savaşta bozguna uğrayınca kaçarak Canik dağlarına sığındı. Fakat orada muhtemelen kendi adamlarınca öldürüldü. Celali hareketi 17. yüzyıl boyunca şiddeti değişmek üzere devam etti. İkinci Viyana kuşatmasında Osmanlı Devleti mağlup olunca, uzun yıllar süren bir savaşlar dönemi başladı. Bu arada Karadeniz bölgesini de içine alan geniş çaplı eşkıyalık faaliyetle ri ortaya çıktı. Dönemin Canik mutasarrıfı olan Cafer Paşa eşkıyayı tenkile memur edildi. Cafer Paşa Canik bölgesinin yüksek kesimleriyle Koyulhisar ve Şebinkarahisar bölgelerinde bulunan çok sayıda eşkıya reisini yakalayıp kellelerini İstanbul'a gönderdi. 17. yüzyılda Karadeniz sahillerinin bir başka derdi de Hıristiyan Don Kazaklarının küçük ve süratli gemilerle yaptıkları yağmacılık hareketleri idi. Giresun ve Samsun bu yağmalardan nasibini almıştı. Ünye'nin ise bu saldırılardan doğrudan etkilenip etkilenmediğini bilmiyoruz. Meşhur seyyah Evliya Çelebi 1640 yılında Ünye'yi ziyaret etti. Kitabında Ünye'nin Ünyes adında bir hükümdar tarafından kurulduğunu ve adını da ondan aldığını yazmaktadır ki; bu tarihi gerçeklere uygun bir değerlendirmedir.Karadeniz sahilinde 16. ve 17. yüzyıllarda en mühim ticaret iskelesi Ünye idi. Eflak, Boğdan, Ukrayna ve Karadeniz havzası tüccarları Diyarbakır'dan ham kırmızı ipek ve sahtiyan, Haleb'den dirayi ve mavi futa ve başka mallar getirirlerdi. Bu malların ticari muameleleri Ünye'de yapılır ve buradan gemilerle nakledilirdi. Ünye'de mühim bir tersane mevcuttu ve devletin ihtiyaç duyması halinde savaş gemileri de inşa edilirdi. Özellikle Osmanlı Devletinin savaşa girdiği yahut donanmanın güçlendirilmes ine ihtiyaç duyulduğu zamanlarda, çeşitli tersanelerle birlikte Ünye tersanesine de belli sayıda savaş gemisinin inşa edilmesini emreden fermanlar gönderildiğini biliyoruz. Ünye tersanesinde savaş gemilerinden başka özel müteşebbislere ait ticari gem iler de inşa edilmekteydi. Devlet arşivlerinde, Ünye'de hicri 1200-1300 tarihleri arasında inşa olunan 100 çok sayıda ticari gemi için sened-i bahri (armatörlük belgesi) verilmesine dair belgeler mevcuttur. Ünye civarı gemilerde kullanılan halatların hammaddesi olan kendirin de en önemli üretim ve dağıtım merkezi idi. Osmanlı Devletinin kendir ihtiyacının yarıdan çoğu buradan sağlanıyordu.
18. yüzyılda Osmanlı Devletinin girdiği uzun süren savaşlar ve dış gaileler yüzünden, devlet tarafından vergi toplama ve bazı mahalli problemlerin halledilmesi görevi ülke içindeki bir kısım nüfuzlu ailelere verildi. Bu aileler zamanla nüfuz alanlarını genişleterek mahalli güç odakları haline geldiler. Bunlar arasında Çapanoğulları ve Kozanoğulları en meşhur olanlarıdır. Bu dönemde Ünye merkez olmak üzere Canik bölgesi ayanı olarak da Caniklioğulları veya bir başka adlandırma ile Hacı Ali Paşa ailesini görmekteyiz. Ailenin kurucusu olan Canikli Hacı Ali paşa İstanbul'da Dergah-ı âlî kapıcıbaşılarından olan Fatsalı Ahmed Ağa'nın oğludur. 1762'de Kafkasya bölgesindeki isyanların bastırılmasında gösterdiği başarılar üzerine Babıali tarafından Canik bölgesine muha ssıl (Vergi toplamaya yetkili idareci) olarak tayin edildi. 1768 Osmanlı - Rus savaşına katıldı. Dönüşte Canik bölgesini eşkıyadan temizledi. Bu arada kendine rakip olabilecek nüfuzlu kişileri de bertaraf etti. Gösterdiği başarılardan dolayı devlet tarafından yetki alanı genişletilerek önce Amasya daha sonra da Tokat bölgesi kendisine bağlandı. Ayrıca, kendisine kapıcıbaşılık unvanı verildi. 1773 yılında Kırım Hanı Devlet Giray'ın tavsiyesi ile Kırım seraskeri oldu ve Trabzon sancağı da uhdesine verildi. 1775 yılında İran ile Osmanlı Devleti arasında gerginlik çıkması üzerine çıkan gelişmelerde rol aldı ve bunun neticesinde Erzurum eyaleti ile Şarkikarahisar (Şebinkarahisar) bölgesi de kendi ailesine bağlandı. Daha sonra Sivas ve Kastamonu bölgesi de nüfuz alanına girdi. Hükümet, bunlara karşılık Hacı Ali Paşa'nın bulunduğu bölgeden 40 000 asker toplayarak Rusya'ya karşı savaşmak için Kırım üzerine gitmesini istedi. 1778 yıllarındaki bu savaşta üzerine düşen görevi gerektiği gibi yapmayan, hakim olduğu bölgede ahaliye eziyet ettiğinden şikâyet olunan ve Bozok (Yozgat) bölgesinde nüfuz sahibi olan Çapanoğulları ile sürtüşmeye giren Hacı Ali Paşa'nın bu sebeplerle görevden alınmasına karar verildi. Sivas valiliği elinden alınıp kendisi Trabzon'a gönderildi. Sonraki yıllarda affedildikten sonra yine Kırım ve Kafkasya taraflarında çeşitli devlet görevlerinde bulundu. 1785 yılında öldü. Ali Paşa'dan sonra oğulları Battal Hüseyin Bey ve Mikdad Ahmed Paşa çeşitli önemli devlet görevlerinde bulundular. 1787-1792 arasında Osmanlı Devleti ile Rusya ve Avusturya arasında yapılan savaşta üzerlerine düşen görevi gereği gibi yapmayan Canikli oğulları ailesinin fertlerinin çoğu idam ve sürgün cezasına çarptırıldılar. Sadece savaşa Ruslara esir düşmüş olan Battal Hüseyin Paşa ve onun oğlu Tayyar Mahmud Paşa sağ kaldı. Esirlikten kurtulunca kendilerine Canik bölgesi yeniden verildi. 1801 yılında Battal Hüseyin Paşa öldü. Tayyar Mahmud Paşa ise Nizam-ı Cedid aleyhtarı tutumu sebebi ile Padişah ile uyuşamadı. Nihayet Sultan II. Mahmud tarafından 1808 yılında idam ettirildi. Böylece Caniklioğullarının 18. yüzyıl ortalarından beri süren devlet içinde devlet konumu sona ermiş oldu. 19. yüzyılın başlarında Canik bölgesinin idarecisi olan Süleyman Paşa Ünye'de büyük bir saray inşa ettirmiştir. Güzelliği ile dillere destan olan bu saray, sonraları bir yangında tümüyle harab oldu. Bu sarayın batılı bir seyyah tarafından çizilen bir gravürü mevcuttur. Süleyman Paşa Karadeniz bölgesindeki çeşitli derebeyleri ile devlet namına mücadele etmiştir.Mezarı Çarşamba'dadır. Bilindiği gibi eski tarihlerde Ordu adlı bir yerleşim yeri yoktu. İlk olarak 19. asrın başlarında Trabzonlu Avedik adlı bir kişinin önayak olmasıyla sahilde küçük bir iskele ve evler yapıldı ve gayrimüslimlerle iç kısımdaki köylerden göçen bir kısım Türk ahali buraya yerleşti. Önceleri Bucak diye adlandırılan yerleşim yeri, bir askeri birliğin uzun süre burada yerleşmesi sebebiyle sonraları Ordu adıyla anılmaya başladı ve bu ad yaygınlık kazandı. Uygun konumu sebebi ile bu asrın sonlarına doğru Ordu mühim bir kasaba haline geldi. 1867 yılında yapılan idari taksimata göre Ünye, Trabzon vilayetine bağlı Canik sancağının 4 kazasından biri idi. Diğer 3 kaza ise Samsun, Çarşamba ve Bafra idi. İlk defa 1869 yılında Ordu Trabzon merkez sancağına b ağlı bir kaza yapıldı. 1877 yılında Canik Trabzon'dan ayrılıp bağımsız sancak oldu. 1888 yılında yeniden Trabzon vilayetine bağlandı. 1908 yılında ilan edilen II. meşrutiyet döneminde Canik sancağı yeniden müstakil oldu. 19. yüzyılın sonlarında Ünye şehir nüfusu 10 bin civarındaydı. Köyleriyle birlikte toplam nüfusu ise 50 bin kadardı. Ünye'nin o tarihte 104 köyü vardı. Ünye'de 75 cami 2 han 3 hamam, 400 dükkan vardı. Yine 19. asrın sonlarında Ünye'de 271 öğrencisi o lan 1 medrese, 91 öğrencisi olan 1 rüşdiye okulu, toplam 1554 öğrencisi olan 79 müslüman okulu ve 403 öğrencisi olan 14 gayrimüslim okulu vardı. Rusya'nın Kafkasya'yı istilası ve Müslümanlara katliam uygulaması yüzünden 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu'ya Kafkasya'dan göçler başladı. Bu göçler bilhassa 93 harbi diye anılan 1877-78 mağlubiyetinden sonra yoğunluk kazandı. Muhacir Müslümanlar daha çok, padişahın kendi mülkü olan arazilerden yer gösterilerek iskân edildiler. Kendilerine bir süre için askerlik muafiyeti tanındı. 1893 yılında Ünye'de mühim bir kolera hastalığı salgını ortaya çıktı. Bunun üzerine Ünye karantina altına alınarak ve hastalığın başka yerlere yayılmasına karşı tedbirler alındı. Balkan harbi ile başlayıp büyük seferberlik ve istiklal savaşı ile nerede ise kesintisiz olarak devam eden uzun savaş yıllarında yerli nüfus büyük sıkıntıya duçar olurken Kafkasya muhacirlerinin imtiyazlı konumda görünmesi sebebiyle, halk arasında bazı hoşnutsuzluklar ortaya çıktı. Bu sebeple, 20 yüzyılın başlarında ortaya çıkan bazı eşkıya hareketleri muhacirlere karşı bir tavır takınmış gibi görünmektedir. Bunlardan özellikle Hekimoğlu ve Soytarıoğlu adlı şakiler çok ünlü ve halk katında itibarlı idiler. Her ikisi de çatışmada öldürülen bu kişiler için yakılan türküler bölgede hâlâ söylenmektedir.
1914 yılında Ünye ve civarında çok sayıda can ve mal kaybına yol açan seller oldu. Aynı yıl, Osmanlı Devleti birinci dünya savaşına girdi. Bu savaş halk arasında "Seferberlik" diye anılagelmektedir. Doğu Anadolu'da Rusya ile yapılan savaşlar kaybedildi ve Ruslar Harşit Irmağına kadar olan bölgeyi işgal ettiler. Bunun üzerine, işgal edilen bölgeden yeni ve büyük bir Müslüman ahali göçü başladı. Aynı sıralarda, Rusya ile işbirliği yapan yerli Ermeniler çeşitli yerlerde ve bu arada Canik bölgesinde isyan hareketleri başlattılar. Sarala adında reisi olan bir Ermeni eşkıya çetesi Ünye'nin köylerine baskınlar yapıyordu. Savaş sırasında cephe gerisinin emniyetini garanti altına almak için Osmanlı Hükümeti Ermeni nüfusun geçici olarak o zaman Türkiye'nin bir vilayeti olan ve kritik konumda olmayan Suriye'ye nakledilmesi kararını verdi. Ünye ve bazı köylerinde yaşayan Ermeniler de nakledildi. Savaş bitince herkes eski memleketine dönecekti. Fakat savaş kaybedilip Suriye Fransızlar tarafından işgal edilince Ermeniler de orada yerleştiler ya da Fransa ve Amerika'ya göç ettiler. Birinci dünya savaşı Türk milletinin tarih boyunca uğradığı en büyük felaket oldu. Savaş öncesi elimizde bulunan toprakların üçte ikisinden fazlasını kaybettik. Askere alınan iki milyona yakın Mehmetçiğin dörtte biri geri dönebildi; kalanları şehit o ldu veya kayboldu. Bu ülke nüfusunun onda biri, erkek nüfusun beşte biri, eli iş tutabilecek nüfusun ise yarıdan çoğunun kaybedildiği mânâsına geliyordu. Binlerce yıllık tarihi boyunca Türk milleti ilk defa dünya çapında bir devlete sahip olmaktan çı kıp küçük bir coğrafyaya sıkışmıştı. Kurtuluş savaşındaki üstün gayretler olmasaydı, düşmanların bize o kadarını da fazla görecekleri şüphesizdi. Savaşta Ünye kıtlık, göç ve sefalet çekti ise de, düşman işgali felaketine uğramadı. Sadece 1916 yılının Kasım ayı civarında Rus gemileri tarafından bombalandı. Halk arasında anlatıldığına göre, Şehnuz türbesi civarından Rus gemilerinin ateşine top a tışı ile karşılık verilmiştir. Ahali bunu Şeyh Yunus'un bir kerameti diye yorumlamıştır. Rusya'da komünist ihtilal yapılıp Kafkas cephesinde savaş sona erdikten sonra Ünye'ye ilk vapur 9 Nisan 1918 tarihinde mısır yüklü olarak gelmiş, bu münasebetle bir tören yapılarak dualar edilmişti. Savaş ve çok sayıdaki muhacir nüfus sebebiyle bu yıllarda Ünye ve bütün doğu Karadeniz'de sıtma salgını ortaya çıktı. Sıtma ile mücadele için Ünye'de ve birkaç merkezde laboratuvarlar ve sağlık tesisleri kuruldu. Yunanlılar İzmir'i işgal edince Ünye halkı 21 Mayıs 1919 tarihinde toplu olarak hükümete telgraf çekerek bir an önce işgalin sona erdirilip adaletin sağlanmasını istemişlerdir. Bu sıralarda, Karadeniz bölgesindeki Rumlar da Pontus devletini ihya etme k hayaliyle çeteler kurmuşlardı. Ünye'de de bu gizli örgütün Müdafaa-i Meşruta Cemiyeti legal adı altında bir şubesi faaliyet göstermekteydi. Pontusçular bölgedeki müslüman ahaliye hücum edip yıldırmaya çalışıyorlardı. Orta ve doğu Karadeniz bölgesin de Rum nüfus % 15 civarında bir azınlık idi. Ünye'de ise Rumlar nüfusun % 7 kadarını oluşturuyordu. Nüfusu çoğaltmak için Rusya'da yaşayan Rumlar gemilerle getirilip Karadeniz sahillerine çıkarılıyordu. Pontusçu Rumları desteklemek için Yunan savaş g emileri Karadeniz sahillerini bombaladılar. Pontusçuların niyetinin ciddi olduğu anlaşılınca bölgedeki Türk ahali de silaha sarılıp direniş örgütleri kurdular. Daha sonra, Giresunlu milis kumandanı Topal Osman'ın önderliğinde Büyük Millet Meclisi'ne bağlı düzenli bir güç haline gelen Türk kuvvetleri Pontus çetecilerinin faaliyetlerine son verdi. Sonunda, bölgedeki Rum ahali yapılan anlaşmalar gereğince Yunanistan'a gönderildi; Yunanistan'da kalan Türkler de Türkiye'ye getirildi . 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara'da toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) Canik mebusu olarak Ünyeli Hasan Fehmi Efendi de bulunmaktaydı. Pontusçu Rumlara karşı daha iyi mücadele edilmesi için TBMM'de Giresun'un vilayet olması yolunda karar alındı. Ordu kazası Giresun'a bağlanmayı reddedince, yeni bir TBMM kararı ile Ordu da vilayet yapıldı. Fakat Ordu'nun nüfusu ve çevresi bunun için yeterli değildi. Bu sebeple, Canik vilayetinin Ünye ve Fatsa kazalarının da Ordu'ya bağlanmasına karar v erildi. Ordulular vilayet olmak için gereken masrafı tamamen kendileri karşıladılar. Bu karar, coğrafi ve iktisadi farklılık sebebiyle tarih boyunca Ordu ile ilgisi pek az olan Ünye ve Fatsa'da büyük tepki ile karşılandı. Ünye ve Fatsa halkı TBMM'ne çok sayıda telgraf çekerek, bu kararın değiştirilmesi, Ünye'nin vilayet yapılıp Fatsa, Terme ve Karakuş'un buraya bağlanması isteklerini milletvekillerine bildirdiler. Ünye'de 17 Aralık 1920 tarihinde bunun için bir de miting yapıldı. Ancak bu teşebbüsler sonuç vermedi ve Ünye o tarihten bu yana Ordu'ya bağlı bir kaza olarak kaldı. Cumhuriyet ilan edildikten sonra hazırlanan idari bölünüşe göre Ünye, Ordu iline bağlı bir ilçe idi. Karakuş nahiyesi 1954 yılında Ünye'den ayrılarak Akkuş adı ile ilçe haline getirildi. 1990 yılında da, Çaybaşı ve İkizce Ünye'den ayılarak ilçe halin e getirildi. Ünye'nin geçen yüzyıl sonlarında 10 bin civarına varan nüfusu, Cumhuriyet kurulduğunda uzun savaş yıllarındaki kıtlık, göç ve salgın hastalıklar sebebiyle azalmıştı. 1927 yılında yapılan sayımda şehir nüfusu 5443 bulundu. 1950'ye gelindiğinde nüfus 8735 olmuş, 1960'ta geçen asrın seviyesini aşarak 11350'e ulaşmıştı. 1997 yılında yapılan son sayımda ise Ünye'nin nüfusu 54518 olarak bulundu.
Ünye ve çevresinde yukarıda sayılanlardan başka çok sayıda eski kale, han, hamam, konak, su değirmeni, çeşme, köprü, cami, şadırvan, mezarlık, kilise, ve yola rastlamak mümkündür. Gencağa Kalesi, Erenyurt Kalesi, Şahinkale, Kabadirek Camii, Kale Köyü Çeşmesi, Beylercedeki Hatipler Konağı, Ericek Yaylasından geçen Kral Yolu ve Kavaklardaki Osmanlı döneminden kalma mezarlık bunlardan bazılarıdır. Ancak, yörede bulunan tarihi yapıların tam bir envanteri henüz çıkarılamamıştır.
Ünye çevresindeki yaban hayatı da son derece zengindir. Yörenin kırları, ormanları ve sulak alanları kartal, şahin, atmaca, doğan, çaylak, kuzgun, karga, kumru, güvercin, karatavuk, serçe, saka gibi birçok kuş türünü barındırır. Ayrıca, birçok göçmen kuş da bu bölgeden geçer. Kuş türlerinden başka yaban domuzu, çakal, tilki ve porsuk gibi hayvanlar ormanlarda boldur. Özellikle yaban domuzu sayısının son yıllarda iyice artması sebebiyle izinli olarak sürek avları düzenlenmeye başlanmıştır. Karaca, kurt, tavşan, sansar gibi hayvanlara ise nadiren rastlanır. Yöredeki akarsu ve göller de çeşitli tatlı su canlılarını barındırır. Tatlı su kefali, Alabalık, Kasnak ( yöresel isim ), ve bıyıklı ( yöresel isim ) gibi lezzetli balıklar akarsularda bolca bulunur. Bazı akarsularda nadiren su semenderi de vardır.